25 Ağustos 2010 Çarşamba

Rhapsodie d'Amour..

Aşkı okudum sayfalarca, yazamadım ama. Kabiliyetin yok dediler, inandım. Gömdüm kafamı en yakınımdaki bok dolu küvete. Ne dedilerse yaptım, yavaş yavaş, uysalca.. Salak değilim, inanmak istediğim için inandım. Kimsenin beni değiştirebileceğini düşünmezken kendi kendimi ıssız kıldım, yalnız kaldım. Ama ağlamadım, üzülmedim, üşümedim yalnızlığımın soğuk yağmurları altında. Arındım benliğimden ve benim olduğunu düşündüğüm bütün minyatür insanlardan.
Aşkı sordum bildiğini düşünenlere, bilmediklerini anladım. Her şey kırmızı bir kalpten ibaret değildi, farkına vardım. Sevginin evrensel olduğunu, ama her sevginin, zaman aşımına uğrama tehlikesi altında olduğunu gördüm.Sonra oturup sevebileceğim en çirkin adamı düşündüm, gidebileceğim en derin denizleri, çıkabileceğim en yüksek dağları; çok da hayalci değildim düşünürken, rasyonel bir olaydı hayal etmek, kalbin ne işi var düşte; eğer her düş bir düşünüşse..?

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Biraz Aşk Biraz Baharat..

Ahh, aşk denilen küçük yeşil cin! Ne işin var benim etrafımda, uzun zamandır uğramamıştın buralara.. Hem havalar da sıcak, bahar geçeli de oldu bir süre.. Ne arıyorsun benim çevremde, uzak dur, bir süre daha ayrı kalmalıyız birbirimizden. Belli mi olur; gün gelir seni özlemeye başlarım..


Ahh, aşk denilen yalancı fani yaratık! Rengin yok, kokun yok, cismin yok.. Ne diye beni cezbetmeye çalışırsın ki? Benim o taraklarda bezim yok. Yaşlanmaya başlıyorum sanırım ya da hepsi senin zaman kavramının marifeti. Uzak dur, artık istesem de gelemem ki..


Ahh, aşk denilen mavi panjurlu ev! Rüyalarıma giriyorsun yine, ışıklı bir Venedik gecesinde.. Bilmiyorum ki benden istediğin ne? En son her şeyimi feda etmiştim.. Şimdi bu seferberlik kime? Ama buluyorsun bir yolunu çekiyorsun beni kendine..


Ahh, aşk baharatlı bir yaz akşamı yine..

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Twitter is sweeter than me..

Ne kadar garip, insanın bir siteye her yaptığını yazması, buradan bahsetmiyorum, cümle cümle bıkkınlıklarını, heyecanlarını, tiksintilerini, acizliklerini hiç düşünmeden insanların gözlerinin önüne sermesi.. Ve ünlülerin bile üşenmeden bunlarla uğraşması.. Tamam evet, itiraf ediyorum; ben de kullanır oldum son zamanlarda, amacının ne olduğunu bilmeden sürekli bir şeyler karalayasım var, insanların beni fark etmesi için sanırım, beni biraz da olsa anlama ihtimalleri için sürekli saçmalıyorum ve bu saçmalama halinden haz almaya başlıyorum giderek. Ne yazık..

Urla'da bir kaç sakin gün..

Uzaklaştım işte, ne kadar uzak denebilirse, fonda Pinetop Perkins'in Look Over Yonder Wall şarkısı çalıyor. Çok mu eğlenceli yoksa ben mi mutluyum? Sanırım ikisi de! Temiz hava, boğucu olmayan; serin ama titretmeyen bir rüzgar, karık sesli adamların paslanmaya yüz tutmuş plak şarkıları.. Sanırım hayat böyle bir günde başlamış olmalı, her şey bu kadar iyiyken, açlıktan ya da savaştan ölen insanlar yokken, hayat slow ama bir o kadar da eğlenceli bir melodiyken temel atmış olmalı. Yoksa hiçbir şeyin anlamı olmazdı ki..


Ben yazıyorum, birileri okuyor.. Okuyanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur büyük ihtimalle, olsun önemi yok. Ulaşmak istediğim için ya da belki de sadece kendim için yazıyorumdur ama bu çok büyük bir yalan. Herkes birilerine sesini duyurmak için yazar, en azından ben öyle düşünüyorum; amacım bu fakat emelime ulaşıyor muyum, bilmiyorum.


Hava güzel, nefes alabiliyorum işte, daha güzeli olamazdı eminim! Güneş parlıyor ama canımı yakmıyor, bulutlar pek bir rahat, yayılmışlar gökyüzüne boylu boyunca manzaranın keyfini çıkarıyorlar. Ve sanırım ben böyle bir günde öleceğim, hayır hayır belki de bu kadar güzel olmamalı gökyüzü ya da bu deniz, bu güneş.. En güzel soluk yüz benim olmalı, kıskanırım sonra, kavga çıkartırım martılarla, tanrıya da bir güzel söverim istediğimi yapmazsa..

3 Ağustos 2010 Salı

Gidiyorum

Yarın gidiyorum, bir süre uzaklaşmam gerek sanırım; arkadaşlarımdan, ailemden, ben kokan bütün şehirlerden, belki de en çok kendimden uzaklaşmam gerek. Bu yüzden küçük bir yolculuğa çıkacağım. Tüm yol boyunca umutlu yeni hayat şarkıları dinleyeceğim, kafamı camdan dışarı çıkarıp rüzgarı hücrelerimde hissedeceğim. Çok uzun olmasa da kendimle baş başa kalmayı öğreneceğim, bütün yarım bıraktığım kitapları bitireceğim, uzun zamandır yazmadığım şiirlerimi heceleyeceğim. Ne olursa olsun işte, ben gideceğim..

-untitled-

Günler geçiyor ve hala bir şeyin parçası olmaya çalıştığımı anlıyorum, hala tutunacak bir dal bulamamışım kendime. En yakın sandıklarım bile en uzak, yetişmiyor elim bir noktadan sonra, tüm bağlantılar kopuyor teker teker ve ben bunu olağan bir şey gibi sineye çekiyorum. Belki de alışmışımdır böyle yaşamaya kim bilir? Belki de artık gönül davaları canımı acıtmaz olmuştur yaşam telaşından. Ve daha bir sürü olasılık var göz önünde bulundurulan.. Ama hangisi doğru, hangisi gerçek, hangisi bize çıkış yolunu gösterecek? Bilemiyoruz.
Hayat zor mu? Hadi canım, kim demiş hayat zor diye. Hayat bir bok çuvalı sadece, biz onu boncuklu çengelli iğnelerle süslemeye çalışırken arada bir kendimize batırıyoruz işte bu da acıyı ve efkarı doğuruyor. Bir şeylerin zor olduğu falan yok yani, sadece bir şeylere tutunmak, o şeylerle yaşlanmak zor. Her şey kayıp gidiyor çünkü, kimsenin başka birini durup beklemek için tahammülü yok.Önemli de değil zaten beklemesinler, biz de hayata tutunmaya çalışmayalım olsun bitsin.

1 Ağustos 2010 Pazar

Gel

Hadi gel,
Bekliyorum
Tüm gemilerimi yaktım
Ektiklerimi biçtim
Hasat zamanı bitti
Hadi gel
Bekletme beni daha fazla
Seviyorum dedim
Özlüyorum dedim
Anlamadın
Tüm aşk cümleleri kuruldu
Söylenecek söz kalmadı
Korkma
Sadece gel
Bir şey düşünmeden
Beklemeden gel
Güneşin doğuşunu
Ay ışığını unut
Karanlığıma gel
Gitmeler olmasın mutsuz sonumuzda
Kendini bırakıp
Ben olmaya gel.