23 Kasım 2010 Salı

Pardon Doktor Bey..

Pardon doktor bey, sözünüzü kestim..
Ama belki de hepimiz içten içe ruhumuzu satmaya meyilliyiz.
Belki de hepimiz farkında olmadan az biraz deliyiz.
Aşk denen dünyanın en aptalca duygusuna daha başından 1-0 yeniğiz.
Peki neden böyle doktor bey?
Hiç sorguladınız mı bunu terapi saatleriniz boyunca?
Ya öyle değilse dediniz mi, beyninizin sizi yanıltma doğrultusunda?
Yeni bir gün başlıyor ve ben aşığım diye sevindiniz mi karşılıklı olmadığını hissettiğiniz zamanlarda?
Gerçi ona aşıksanız da bundan ona ne değil mi?
Kendinizi bununla da kandırmış olabilirsiniz tabi ki..
İşte bu yüzden her gün tekrar tekrar ruhumuzu satıyoruz küf kokulu pazarlarda.
Bile bile lades der gibi değerinden çok daha ucuza.
Biliyorum doktor bey,
Ben de deliyim, her gün buna şükretmeyi bilecek kadar hem de.
Yapacak da hiçbir şey yok bundan da eminim.
O yüzden doktor bey, lütfen bir daha görüşmeyelim.
Size her gelişimde, benimle dalga geçiyor deliliğim.
Deli olduğumu da size ispatlamak zorunda değilim.
Sizden reçete falan da istemiyorum,
Beynimi uyuşturacak maddeler işime yaramaz.
Bu yüzden  hoşça kalın doktor bey.
Ne siz beni görüp halime üzülün,
Ne de ben daha az delireyim..

30 Ekim 2010 Cumartesi

vs.

Sanmıyorum..
Zaman her şeyin telafisi olamaz.
Olsaydı kapanırdı şimdiye kadar bütün yaralarım.
Ay dedeye belli etmemeye çalışarak ağlamazdım aklıma geldiğin gecelerde.
Büyümüştük değil mi?
Sen büyütmeye çalışmıştın oysaki beni.
Nerdesin şimdi?
Gözlerine yağmurlar yağmış, düşüncelerin dumanlı.
N'oldu sana? N'oldu bize?
Kim yaptı? Kim izin verdi?
Belki de böyle olması gerekti..
Biliyorum..
Her şeyi unutacağım günler falan gelmeyecek.
Dün yanımda duran yarın beni terk edecek.
Hepsini yazmıştı tarih, tekerrür ediyordu bizde.
Kim gitti? Sen mi ben mi?
Yoksa olduğumuz yerlerde durup farklı taraflara mı bakıyoruz sadece?
Tanışmıyormuşuz gibi, hiç tanışmamışız sanki..
Değil mi?
Bak bu gece de büyüyorsun işte..
Giderek daha da büyüyeceksin,
Belki bir yerden sonra çökeceksin,
Durup düşüneceksin..
Arkanda neler bıraktığını,
Kimi cilalayıp, kimi çöpe attığını..
Ama umarım bunları düşüneceğin zamanlar gelmez.
Acı verir çünkü sana, incinirsin.
İncitmiştir de seni hep geçmiş.
Dayanamazsın, yapamazsın.
Ellerin titrer, sinirin bozulur, kendini kaybedersin.
Bilirim, ben vardım çünkü o zamanlar.
Senin hep kenarda bildiğin, sırtını dayayabileceğin ben..
İyi ki vazgeçmişim o zaman bizden,
Çıkarları elbise askısına asılmış bir dostluktu bizimkisi.
Bana hep dürüst olurdun ya daha fazla üzülmem için, teselli vermek istemezdin ya,
Benim isteğim küçük bir yalanken.
Son defa dürüst ol kendine..
Sen mi bittin ben mi gittim?
Neyse, bir cevap beklemiyorum senden.
Bundan sonra ne önemi var zaten..?

27 Ekim 2010 Çarşamba

Yoruldum..

Yoruldum;
Olmayacak dualara amin demekten,
Her gece rüyamda imkansız olanı görmekten ve buna inanmak istemekten,
Yoruldum;
Hatıralarımı naftalinlemekten,
Bütün hataları sineye çekmekten ve buna gülüp geçmekten,
Yoruldum;
Zamana karşı koymaya çalışmaktan,
Ölmeyen ölüler mezarlığını teker teker deşip, ölümsüzleri tekrar tekrar öldürmekten,
Yoruldum;
Sana sessizce seslenmekten,
Duymayacağını bile bile en sevdiğin şarkıyı söylemekten ve senden her gece vazgeçmekten,
Yoruldum;
Her yazdığım şiiri, bu sana yazdığım son şiir diye bitirmekten,
Ve her yeni şiire senin adınla başlamaktan üstelik hepsinden sonra kendimi kandırmaktan,
Yarın uyandığımda seni düşünmeyeceğimi planlamaktan, en sonunda da buna inanıp yorulmaktan,
Yoruldum..

20 Ekim 2010 Çarşamba

Hayat 1-2

Bir elimde neşter diğer elimde umutlarım.. Hissettirmeden yakıyorum canlarını. Çok mu acı çektim? Hayır! Çok mu şey yaşadım? Hiç sanmıyorum. Kendimi incittim mi? Bir çok kez, yaşadığımın farkına varmak için vermiştim bütün kayıplarımı. Onlara söz hakkı doğmayacak bir daha, silip atıyorum çözümsüz yarınları. Bir gece daha uyku yok anlaşılan, bütün günahlarım eski bir defterde yazılı.. Celladımın elinde tüten bir hayat çubuğu, gülerek bakıyor gözlerime; beni hafife alırcasına. Ağlamıyorum, beni ağlatamayacak bu defa. Ben de gülüyorum, pasif bir kahkaha fışkırtıyorum yer yüzüne, kendi uçurumlarımın kenarında ayyaş gibi bir sağa bir sola sallanıyorum. Bu sefer kendimi bırakacağım ama düşmekten korkmuyorum bunca şeyden sonra. N'olursa olsun artık korkmuyorum, siper ettim göğsümü, rüzgara meydan okuyorum. Bu sefer yılmayacağım, bunu inanarak söylüyorum. Güç gösterisi de değil bu, küf kokulu bir sirk meydanında. Uçabilirim inanıyorum, bir adım uzaklığımda. Hayat birkaç karış uzak bana, yaklaşıyorum geri çekiliyor, yaşamama tahammüllü yok sanki, korkuyor benden evet titriyor sol eli, yavaşça kalbine götürüyor elini, başı dönüyor, saniyelik bir sarsıntıyla yere yıkılıyor. Bu filmi daha önce de görmüştüm ben, evet hatırlıyorum sepya bir yaz akşamıydı hiçbir şeyden habersiz olan ben yeni yeni farkındalık kazanırken yırtıyordum bütün sayfaları, siliyordum teker teker celladımın ıslak el yazısını..

15 Ekim 2010 Cuma

12

Hayal kırıklıkları kıl yumağı olmuş hatıralarımda
Elimde ölümün son yemini
Yazılmamış bir mektup
Çekilmemiş bir resim
Düşünüyorum da ne çok şey yaşamışız beraber
Ama yolları ayırmanın zamanı da gelmiş besbelli
Özür dilemek ne haddimize.
Herkes almış gardını
Hazır ol'da beklemekte
Ne çok şey gömmüşüz bizim sandığımız yıllarımıza..
Üstelik hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamışız hayatlarımızı.
Ama artık kızmıyorum, gülüp geçiyorum sadece..
Arkadaşlarınsa bir kaç küfür sığdırabiliyor sadece eroinden dört dönmüş,
Karınca yuvası beyinlerine.
Üzülme affettim seni.
Nefret de etmiyorum zaten;
Çünkü biliyorum nefretin sevgiden daha yoğun bir duygu olduğunu.
Sana dair hiçbir şey kalmadı bende.
Sana kiraladığım kalbimi de geri alıyorum.
Depozitosu kalsın,
Belki kendine üst baş bir şey alırsın..

30 Eylül 2010 Perşembe

Kelebek Çocuk'a Son Mektup

Yalnızlığa alışmak gibiydi seni sevmek, şimdi sen gittin ya, kalabalığında kayboldum. Bul, çıkar beni aralarından, sev beni diyemem. Bulmazsın, bulsan da çıkarmazsın beni tıktığın insan karmaşasından, çıkarsan da sevmezsin ki, bilirim gücün yetmez beni hissetmeye bedeninin her bir hücresinde.
Kaybetmek için aradığın eski bir oyuncak gibiyim, sense arananlar listemdeki 5 yıldızlı isim. Seni sevmezler, seni sevmeyi bilmezler ya; belki de sevenleri göremeyişindendir anlam kazanma çaban. Ve sen beni göremeyecek kadar kör olmuşsun, anlaşılamama çaban, mistik inançların ve melankoliye aşık olman sanırım nedeni. Olsun yürüyecek daha çok yolumuz var, aynı geleceğe olmasa da, belki pembe bir tavşan yolunu kesecek gözünün alabildiği en geniş bayırda; ya da ben kötü cadının eline düşerim, satar beni ucuz bile denilemeyecek kadar aciz pazarlarda. Hayallerimiz vardı hani, unuttun mu, büyümeyecektik ya..?
Bana veda etmeyecektin ya sanırım artık çok geç ben seni kalbimdeki en uzak adrese postaladım, gönderenin adı yok, tanımazsın da zaten. Hiçbir zaman anlamaya çalışmadın ya, ya da reddedişindendi anlamayışındaki saflık. Merak etme artık seni daha çok seviyorum, bana acı verdiğin için değil, lakin bana acı çekmenin ne demek olduğunu öğrettiğin için. Bu sefer ben sana veda ediyorum sevgilim, artık özgürsün, akıttım seni rimelimden, gidebilirsin..

25 Eylül 2010 Cumartesi

Bir ben var ben dışında..

Yürüdüm, yürüdüğüm yollar kadar büyüdüm.
Kaç kilo çekerdi ki hatıralarım,
Ya da satsam ne kadar ederdi salı pazarında?
Annemden başka kim verirdi bana bu sınırsız değeri,
Ve ben bunu bilerek neden kendime yeni omuzlar aradım?
Gözlerimi kapattığım anda başka bir erkeğin yatağında bulmak istemedim kendimi.
Uykularım yok artık, ak sakallı dede alıp götürdü rüyalarımı.


Yollara düştüm, yollar bana dönüştü zamanla.
Nereye baksam eski bir hata daha.
Gözlerimi kırpmam kadar sürdü yalnızlığım.
Her yer benim silüetlerimle kaplıydı.
Gidebildiğim kadar kalabalık,
Kaldığım kadar yalnızdım.
Gökyüzünü istila etmiş yıldızlar kadar ansızdım.


Görüyorum ki artık yolları götürmüşler başka şehirlere.
Ben ulaşamayayım, onlara yetişemeyeyim diye.
Artık umrumda değil sevemediğim erkekler, inanmadığım efsaneler..
Uğraşmıyorum kendimi avutmaya.
Biliyorum gereği de yok artık.
Giden çoktan yarılamışken yolu,
Ardından su dökmek sadece biraz daha kuraklığa neden olur.
Gerek yok sevgi sözcüklerine, terk ederken.
İnandırıcı olmayacaklar çünkü, ama ben inanacağım bile bile.
Veda etmeyelim de sadece el sallarız, birer yabancı gibi.
Sen öpmezsin beni, bense tutmam ellerini, sarılmayız uzun uzun.


Yürüdüm, yürüdüğüm patikalar kadar küçüldüm.
Umudumu denize fırlattım, 3 kere sekti yavaş yavaş.
Sonra gökyüzüne baktım, gözlerimi kapattım.
Sen yalnızlığına koşa koşa giderken, ben yalnız kalabalıklara daldım.
Ben bırakıp gitseydim seni,
Kaç kilo çekerdi ki yalnızlığım?

10 Eylül 2010 Cuma

Çim adama itiraf-ı aşk..

Biliyorum çok uzun sürmeyecek bu gelişlerin
Bilirsin, severim denizleri
Dalgasına da rüzgarına da katlanırım seversem
Özellikle de dostlukların bu kadar ucuz olduğu bu soluk kentte
Tek doğrum senken hatalarımın sağlamasında
Gitme..
Gidersen yaşayamam değil, yaşarım elbet.
Ama gidersen çok özlerim seni ve özlemeyi sevmem
En çok da seni özlemeyi.
Lütfen, sözümü kesme.
Dinle, bak şarkımız çalıyor.
Kavga etmek için zamanımız kalmadı
Özellikle de sen her an giderken benden
Yapma, bunu bize, bunu bana, bu ıslak şehir duvarlarına yapma
Ağlatma gurbetçi bulutları.
Bak işte, son kez bak yüzüme, öp usulca yanağımdan.
Arkadaşım de, dostum de, sevgilim de.
Sıfatımın hiçbir önemi yok sen gözyaşlamın ellerinden tutarken
Bekle, söyleyeceklerim bitmedi
Kalbini açarsan anlarsın söyleyemediklerimi, neden söyleyemediğimi..
Dostum, emin ol bu bir veda mektubu değil
Bu bir mektup bile değil aslında.
Yalvarış belki de simli bir geceye.
Gençliğimin 5te 2si gitme kal işte, bir kadeh daha al en sevdiğin yaramdan
Bir gece daha kal yanımda, söz sen uyuyana kadar beklemeyeceğim baş ucunda
Ama üstünü örtmeye gelirim sen uykuya daldıktan sonra, hayallerin üşümesin diye
Hayallerin olmadan yaşayamam bilirsin
En çok da hayallerine aşık olmuştum çünkü, onları anlatışlarını,
Hayatın gelgitleri arasında onları kaybedişlerini..
Hayatımın paslanmaz çeliği, yum gözlerini, söz bu kez kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim
Seni üzmeye kalkışan bütün öcüleri teker teker öldüreceğim.
Sol yanım, gitme!
Seviyorum seni, seviyorum işte!
Arkadaş olarak mı diye sorma, her şeyim olarak seviyorum seni!
Sonbaharım, yazım, kışım, günüm, yılım, gözyaşım..
Seviyorum seni, sevmenin ne olduğunu bilerek hem de!
Öyle seviyorum ben seni işte.
Söyledim en sonunda.
Kelimelerim kalmadı, söyleyecek tüm yalanlarım bitti, mazeretlerimi de kargoyla gönderiyorum yaşanmamış anılarına.
Seviyorum-ben-seni-çok!
Duyuyor musun?
Anlıyor musun?

3 Eylül 2010 Cuma

Mendebur bir Tabutçunun İsyanı..

Yazık.. Yakınım sandıklarım, hep dürbünle baktıklarımmış. Uyanınca anladım, herkesin peri masalındaki prenses olma isteğinin bencillik değil, cahillik olduğunu. Dost dediklerimizin aslında ne dümenler çevirdiğini, tanrıyla konuşunca anladım, çok acımasızdı sözleri, canımı yakmadı ama. İnsanların hep gözde olma isteğinin nedenini çözemedim bir tek, bir tek bu sorum cevapsız kaldı ya da belirsiz.. Çünkü insanlar ne şahibeler altında durmaksızın ezilirken, bazıları sadece yıldızların parlaklığından bahsedebiliyor. Sanatçı ruhunu aşılamaya çalışırken damarlarına, tüpün son 2 damlası eroin oluveriyor. İnsanlar yapmacıklıktan, taklit olmaktan sıyrılamıyor. Herkes aynı, herkes tek, herkes benzer, yani herkes yalancı herkes oyuncu. Herkes oynadığı filmin baş kahramanı. Öyleyse bu filmin yönetmeni kim? Tanrı mı? Varsa..

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Rhapsodie d'Amour..

Aşkı okudum sayfalarca, yazamadım ama. Kabiliyetin yok dediler, inandım. Gömdüm kafamı en yakınımdaki bok dolu küvete. Ne dedilerse yaptım, yavaş yavaş, uysalca.. Salak değilim, inanmak istediğim için inandım. Kimsenin beni değiştirebileceğini düşünmezken kendi kendimi ıssız kıldım, yalnız kaldım. Ama ağlamadım, üzülmedim, üşümedim yalnızlığımın soğuk yağmurları altında. Arındım benliğimden ve benim olduğunu düşündüğüm bütün minyatür insanlardan.
Aşkı sordum bildiğini düşünenlere, bilmediklerini anladım. Her şey kırmızı bir kalpten ibaret değildi, farkına vardım. Sevginin evrensel olduğunu, ama her sevginin, zaman aşımına uğrama tehlikesi altında olduğunu gördüm.Sonra oturup sevebileceğim en çirkin adamı düşündüm, gidebileceğim en derin denizleri, çıkabileceğim en yüksek dağları; çok da hayalci değildim düşünürken, rasyonel bir olaydı hayal etmek, kalbin ne işi var düşte; eğer her düş bir düşünüşse..?

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Biraz Aşk Biraz Baharat..

Ahh, aşk denilen küçük yeşil cin! Ne işin var benim etrafımda, uzun zamandır uğramamıştın buralara.. Hem havalar da sıcak, bahar geçeli de oldu bir süre.. Ne arıyorsun benim çevremde, uzak dur, bir süre daha ayrı kalmalıyız birbirimizden. Belli mi olur; gün gelir seni özlemeye başlarım..


Ahh, aşk denilen yalancı fani yaratık! Rengin yok, kokun yok, cismin yok.. Ne diye beni cezbetmeye çalışırsın ki? Benim o taraklarda bezim yok. Yaşlanmaya başlıyorum sanırım ya da hepsi senin zaman kavramının marifeti. Uzak dur, artık istesem de gelemem ki..


Ahh, aşk denilen mavi panjurlu ev! Rüyalarıma giriyorsun yine, ışıklı bir Venedik gecesinde.. Bilmiyorum ki benden istediğin ne? En son her şeyimi feda etmiştim.. Şimdi bu seferberlik kime? Ama buluyorsun bir yolunu çekiyorsun beni kendine..


Ahh, aşk baharatlı bir yaz akşamı yine..

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Twitter is sweeter than me..

Ne kadar garip, insanın bir siteye her yaptığını yazması, buradan bahsetmiyorum, cümle cümle bıkkınlıklarını, heyecanlarını, tiksintilerini, acizliklerini hiç düşünmeden insanların gözlerinin önüne sermesi.. Ve ünlülerin bile üşenmeden bunlarla uğraşması.. Tamam evet, itiraf ediyorum; ben de kullanır oldum son zamanlarda, amacının ne olduğunu bilmeden sürekli bir şeyler karalayasım var, insanların beni fark etmesi için sanırım, beni biraz da olsa anlama ihtimalleri için sürekli saçmalıyorum ve bu saçmalama halinden haz almaya başlıyorum giderek. Ne yazık..

Urla'da bir kaç sakin gün..

Uzaklaştım işte, ne kadar uzak denebilirse, fonda Pinetop Perkins'in Look Over Yonder Wall şarkısı çalıyor. Çok mu eğlenceli yoksa ben mi mutluyum? Sanırım ikisi de! Temiz hava, boğucu olmayan; serin ama titretmeyen bir rüzgar, karık sesli adamların paslanmaya yüz tutmuş plak şarkıları.. Sanırım hayat böyle bir günde başlamış olmalı, her şey bu kadar iyiyken, açlıktan ya da savaştan ölen insanlar yokken, hayat slow ama bir o kadar da eğlenceli bir melodiyken temel atmış olmalı. Yoksa hiçbir şeyin anlamı olmazdı ki..


Ben yazıyorum, birileri okuyor.. Okuyanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur büyük ihtimalle, olsun önemi yok. Ulaşmak istediğim için ya da belki de sadece kendim için yazıyorumdur ama bu çok büyük bir yalan. Herkes birilerine sesini duyurmak için yazar, en azından ben öyle düşünüyorum; amacım bu fakat emelime ulaşıyor muyum, bilmiyorum.


Hava güzel, nefes alabiliyorum işte, daha güzeli olamazdı eminim! Güneş parlıyor ama canımı yakmıyor, bulutlar pek bir rahat, yayılmışlar gökyüzüne boylu boyunca manzaranın keyfini çıkarıyorlar. Ve sanırım ben böyle bir günde öleceğim, hayır hayır belki de bu kadar güzel olmamalı gökyüzü ya da bu deniz, bu güneş.. En güzel soluk yüz benim olmalı, kıskanırım sonra, kavga çıkartırım martılarla, tanrıya da bir güzel söverim istediğimi yapmazsa..

3 Ağustos 2010 Salı

Gidiyorum

Yarın gidiyorum, bir süre uzaklaşmam gerek sanırım; arkadaşlarımdan, ailemden, ben kokan bütün şehirlerden, belki de en çok kendimden uzaklaşmam gerek. Bu yüzden küçük bir yolculuğa çıkacağım. Tüm yol boyunca umutlu yeni hayat şarkıları dinleyeceğim, kafamı camdan dışarı çıkarıp rüzgarı hücrelerimde hissedeceğim. Çok uzun olmasa da kendimle baş başa kalmayı öğreneceğim, bütün yarım bıraktığım kitapları bitireceğim, uzun zamandır yazmadığım şiirlerimi heceleyeceğim. Ne olursa olsun işte, ben gideceğim..

-untitled-

Günler geçiyor ve hala bir şeyin parçası olmaya çalıştığımı anlıyorum, hala tutunacak bir dal bulamamışım kendime. En yakın sandıklarım bile en uzak, yetişmiyor elim bir noktadan sonra, tüm bağlantılar kopuyor teker teker ve ben bunu olağan bir şey gibi sineye çekiyorum. Belki de alışmışımdır böyle yaşamaya kim bilir? Belki de artık gönül davaları canımı acıtmaz olmuştur yaşam telaşından. Ve daha bir sürü olasılık var göz önünde bulundurulan.. Ama hangisi doğru, hangisi gerçek, hangisi bize çıkış yolunu gösterecek? Bilemiyoruz.
Hayat zor mu? Hadi canım, kim demiş hayat zor diye. Hayat bir bok çuvalı sadece, biz onu boncuklu çengelli iğnelerle süslemeye çalışırken arada bir kendimize batırıyoruz işte bu da acıyı ve efkarı doğuruyor. Bir şeylerin zor olduğu falan yok yani, sadece bir şeylere tutunmak, o şeylerle yaşlanmak zor. Her şey kayıp gidiyor çünkü, kimsenin başka birini durup beklemek için tahammülü yok.Önemli de değil zaten beklemesinler, biz de hayata tutunmaya çalışmayalım olsun bitsin.

1 Ağustos 2010 Pazar

Gel

Hadi gel,
Bekliyorum
Tüm gemilerimi yaktım
Ektiklerimi biçtim
Hasat zamanı bitti
Hadi gel
Bekletme beni daha fazla
Seviyorum dedim
Özlüyorum dedim
Anlamadın
Tüm aşk cümleleri kuruldu
Söylenecek söz kalmadı
Korkma
Sadece gel
Bir şey düşünmeden
Beklemeden gel
Güneşin doğuşunu
Ay ışığını unut
Karanlığıma gel
Gitmeler olmasın mutsuz sonumuzda
Kendini bırakıp
Ben olmaya gel.